Tarih boyunca düşmanlarımız, Türk milletinin ve İslamiyet’in gücünü nereden aldığını çok iyi anlamışlardır. Onlar, bu milletin imanını yıkmadan, Türklüğü ve Müslümanlığı yok etmenin mümkün olmadığını acı tecrübelerle öğrenmişlerdir. Bu yüzden, asıl hedefleri hep imanımız ve manevi değerlerimiz olmuştur.
İslamiyet, her zaman ilmin, fennin, ahlakın ve yiğitliğin hamisi olmuştur. Ancak düşmanlarımız, İslamiyet’i gericilikle, yobazlıkla ve taassupla ilişkilendirmeye çalışarak genç nesilleri bu değerlerden uzaklaştırmayı hedeflemişlerdir. Gençlerimizin bilgisiz ve manevi açıdan zayıf kalmasını sağlamak için milyonlar harcamış, türlü oyunlar oynamışlardır. Bu sinsi planların bir parçası olarak, bazı cahiller ve çıkarcılar, kendi hırs ve şehvetlerine kapılarak bu saldırılara alet olmuşlardır.
Ne yazık ki, bu kişilerden bazıları, Müslüman gibi görünerek, hatta din adamı ya da bilim insanı kisvesine bürünerek gençlerimizin imanını çalmaya çalışmışlardır. Öyle ki, kendi meclislerinde utanmadan, “Bu milleti aldatmak için camide abdestsiz ve gusülsüz çok namaz kıldım,” diyebilecek kadar ileri gitmiş münafıklar bile olmuştur. Bu maskeli kişiler, kötülüklerini hüner gibi, imansızlığı ise bir meziyet ve moda gibi göstermeye çalışmışlardır. Dini ve imanı olanlara “yobaz”, “gerici” yaftaları yapıştırmış, İslam’ın kıymetli kitaplarına ve değerlerine “irtica” diyerek saldırmışlardır.
Daha da ileri giderek, tarihimize dil uzatmış, şerefli geçmişimizi karalamaya çalışmışlardır. Ecdadımızın parlak başarılarını, ahlakını ve yiğitliğini genç nesillerin gözünden düşürmek için her türlü yalanı ve iftirayı kullanmışlardır. Amaçları, gençlerimizi dedelerinin kemalatından ve ululuğundan habersiz bırakmak, onları köksüz ve kimliksiz hale getirmektir.
Oysa anlamadıkları bir şey var: İslamiyet, gevşedikçe ve Resûlullah’ın (s.a.v.) yolundan uzaklaşıldıkça, ahlak bozulur ve millet olarak her alanda gerilemeye başlarız. Ecdadımızın ilimde, fende, sanatta ve askerlikteki üstün başarıları, İslamiyet’e sıkı sıkıya bağlı oldukları dönemlerde gerçekleşmiştir. Ancak bu bağlar zayıfladığında, hem manevi hem de maddi anlamda gerileme kaçınılmaz olmuştur.
Bugün de aynı oyunlar oynanıyor. Bazı çevreler, İslamiyet’i geriliğin sebebi gibi göstermeye çalışıyor. “Batı’nın sanayisine yetişebilmek için bu kara perdeyi kaldırmamız, İslam’dan kurtulmamız lazım,” diyorlar. Oysa bu söylemler, bizi hem manevi hem de maddi değerlerimizden kopararak, milletimizi zayıflatmaktan başka bir işe yaramıyor.
Unutulmamalıdır ki, İslamiyet, ilimle, fenle, güzel ahlakla ve yiğitlikle dünyaya şan ve şeref saçan bir medeniyetin temelidir. Bu değerlerden uzaklaşmak, bizi sadece geçmişimizin başarılarından mahrum bırakmakla kalmaz, aynı zamanda geleceğimizi de karartır. Gençlerimizi bu sinsi oyunlara karşı uyarmak, onlara tarihimizin şerefli sayfalarını ve İslamiyet’in gerçek yüzünü anlatmak hepimizin görevidir.
Ecdadımızın izinden giderek, hem manevi hem de maddi anlamda güçlü bir millet olmanın yolu, İslamiyet’i doğru anlamaktan ve yaşamaktan geçiyor. Bu gerçeği unutmamalı ve unutturmamalıyız.
Selamün Aleyyküm Sağlıcakla Kalın